Güney Fransa Seyahatim:
- gozde gulsoy
- 4 dakika önce
- 4 dakikada okunur

İnsanoğlu kuş misali. Seul tatilimi yazarken Fransa’daydım, şimdi Fransa tatilimi havaalanında Londra uçağımı beklerken yazıyorum.
Bu benim Güney Fransa’ya 4. Ya da 5. Gidişim, çok ama çok seviyorum. Erkek arkadaşımla geçen yaz beraber tatil yapamamıştık, bu sefer dedik ki önden organize olalım, şubattan opsiyonlarımızı konuşmaya başladık. Dedik ki European summer olsun. Hatta ben roadtrip çok severim, arabayla gideceğimiz bir yer olsun dedik. Böylece Fiona da bizle olabilirdi. Airbnb’yi açtım çünkü 10 gün boyunca olacak bir tatili sırf otelde, yemek yapamadan, üç öğün dışarda yiyerek geçiremezdik, ikimiz de yediklerimize dikkat ediyoruz. Ben ara ara dünya genelinde aramalar yapar ve güzel evleri bir listeye alırım. Oraya bakarken önce Provence bölgesinde seçtiğim o çok tatlı evi gördüm, sonra da Cote D’azur’da. Ve evet planımız yapılmış oldu böylece. 5 gün Provence, 5 gün Cote D’azur ama bu bölgelerin bilindik yerlerinde kalmadan.
İlk gün Milano’dan arabaya atladık ve 6 saatte Provence Belcone’daki evimize vardık. Bu arada araba ne kadar dolu anlatamam, Federico tüm ağırlıklarını ve benchìni bile götürdü. İşte ilk evimiz:




Büyük bir ev (Airbnb hostlarımızın yaşadığı), tatlı minik bir ev (bizim yaşadığımız), kocaman bir bahçe (Fiona’nın serbestçe koşturduğu) ve huzur dolu bir havuz. Ev sahiplerimiz inanılmaz tatlıydı, biz havuzdayken orayı tamamen bize bıraktılar. Provence programımız şöyleydi. Her gün güzel bir sabah kahvaltısı, spor (bu sadece Federico:) ve havuz, evde hazırladığımız güzel bir öğle yemeği ve sonra arabaya atlayıp tatlı bir Provence köyü gezmek. Akşam yemeklerini de bazen dışarda bazen evde yedik yine. Son gün de tüüüüm günü evimizde geçirmek ve öyle vedalaşmak istedik. Yaptığımız programı birebir uyguladık ve her gün lezzetli yemekler yaptık.




Gezmek için seçtiğimiz her köy de birbirinden tatlıydı, açıkçası aralarından en güzelini seçmekte zorlanıyorum ama benim en tatlı deneyimi yaşadığım yeri söylücem.
Saint Remy De Provence:
Provence kasabaları arasında bence en güzel kıyafet alışverişi yapılacak yer burası. Yokuşlu da değil, gezmesi rahat. Mekanlar da çok tatlı. Biz Le Bistrot San Remy’de yedik akşam yemeğimizi. Öneririm.






Gordes:
Ben daha önce bu tatlı kasabaya gitmiştim ama açıkçası Federico da görsün istediğim için seve seve yeniden gittim. Hele burda adını unuttuğum ama bir anda aşırı tatlı ve beklenmedik bir terasa açılan çok tatlı bir mekan da var. Buraya 6 sene önce, master yaparken, kız arkadaşlarımla gelmiştim. Bugün ise Fiona ve sevgilimle. Nerden nereye…



Lacoste:
Gordes ile arası sadece 15 dakika ve ikisi de küçük kasabalar olduğu için aynı güne çok fazla şey sığdırmadan rahat rahat yapabildik. Buraya tam gün batımına doğru gelmiştik, etrafta çok az turist vardı, bu yüzden inanılmaz sakin ve huzurluydu. Bu arada marka olarak bildiğimiz Lacoste ile hiçbir alakası yok. Burdaki Cafe de France çok tatlı bir şeyler içmek için bu arada.


L’Isle Sur La Sorgue:
Gelelim ismini hala söylemekte zorlandığım ama bu seferki gezimde en çok sevdiğimiz Provence kasabasına. Buraya Provence’in Venedik’i diyorlar ama her çevresinden kanal geçen şehre/kasabaya ’bilmemne ülkesinin Venedik’i’ demeyi kesmeleri lazım. Hem Venedik’e hem de o şehre ayıp. L’Isle Sur la Sorgue’un en önemli özelliği 2 minik kanalı değil muhteşem antika mağazaları. Burası ciddi manada dekorasyon olarak bize yepyeni bir ufuk açtı. Yeni ev için o kadar çok şey satın almak istedim ki anlatamam. Hatta Provence tatilimiz bitip deniz tatilimize başladığımızda buraya bir tam gün yeniden geldik çünkü 2-3 saatlik bir tur bize yetmemişti. Açıkçası elimizde sadece antika bir Mickey Mouse ile eve dönsek de karar verdik, seneye buraya küçük bir kamyonet kiralayarak gelip bir haftasonumu güzel bir ev alışverişi yapıcaz.








Buraya bence tam bir gün ayırın. Özellikle dekorasyon seviyorsanız. Sabah güzel bir fırından kruvasan alın, sonra kanalların orda bir kahve için. Sonra mağaza ve antikacı gezin. Öğlen, şimdi adını hatırlamadığım ama kesinlikle göreceğiniz, nehir kenarında minik bir iskelesi olan şarap evinde şarabınızı yudumlayın. Sonra mağaza gezmeye devam ve inanın sakince gezerseniz tüm gününüzü alır. Akşam yemeğinizi ise Cote’de yiyin. Yine kanalların üzerinde ama bu sefer turistik bir noktada olmayan çok ama çok romantik bir yer.



Deyim yerindeyse, ben bu küçük şehirde kalbimi bıraktım. Umarım gerçekten geri döneriz.
Seyahatimizin Provence kısmı muhteşem geçti. Son gün karar verdiğimiz gibi tüm gün evde kaldık, havuza, sessiz bahçemize, minik evimize doyup yarım saatlik kısa bir araba yolculuğuyla seyahatin 2. Bölümüne yani deniz tatiline başladık. Biz Bandol’da kaldık. Burası küçük bir Cote D’azur şehri, Cannes’dan mesela 1.5 saat uzaklıkta. Çok turistik değil ya da şöyle diyim tüm turistleri Fransızdı. Cannes , Nice, Monaco gibi bir yer değil. Bir upuzun sahil şeridi var, burda mağazalar ve restoranlar sıralı, iki beach clubı var, bunun dışında her yer halk plajı. Burda da çok tatlı bir Airbnb ev tuttuk biz. Denizle arasından sadece bir yol geçiyor. Küçük bir balkonu var, öğle ve akşam yemeklerimizi yediğimiz. Burası da çok güzel bir seçim oldu.


Tatilin bu kısmını şöyle planladık ve uyguladık:
Sabahları deniz kenarında Fiona ile yürüyüş, evde güzel bir kahvaltı. Sonra Fiona’yı evde bırakıp tam karşıdaki beach clubta veya halk plajında yayılmaca, ara ara gidip Fiona’yı dışarı çıkarıp , öğle yemeklerimizi hazırlamaca… Akşam üzeri dışarda güzel bir aperitivo veya canımız yemek yapmak istemiyorsa restoran, sahilde mağazalara bakmaca, tembellik… Bir gün de Cannes’a gideriz demiştik.







Şansa biz Güney Fransa’dayken Asena ve Jamie de bir mekanın davetlisi olarak 3 günlüğüne Cannes’a gelmişlerdi. Bu tesadüfü kaçıramazdık, zaten Cannes’a gitmek istiyorduk, böylece büyük buluşma gerçekleşti. Muhteşem bir gün geçirdik, onları davet eden yer bizi de ağırladı, daha masaya oturduğumuz anda elimize şampanyalar tutuşturuldu, saatlerce muhteşem yemekler yedik, çok güldük, çok eğlendik.

Bu tatili ilk kafamıza oluşturmaya başladığımızda gönlümüzden nasıl yapmak geçiyorsa birebir o şekilde geçirdik. Çok koşuşturma olmadan, slow, sakin, huzurlu, bolca kitap okuyup spor yapıp dinleneceğimiz, kendi yemeklerimizle besleneceğimiz, rezervasyon yapıp bir yere yetişmeye çalışmadan geçireceğimiz, bizi bekleyen 3 aylık maratondan önce dinleneceğimiz bir seyahat istemiştik ve yaptık. Şimdi fotoğraflara bakıp bu yazıyı yazarken hem çok huzur doldum hem de o günleri çok özledim.
Havaalanında başladığım bu satırları, kardeşimin Londra’daki evinde bitiriyorum. Sonbahar geldi bile. Eylül ayı, yeni mevsim, hepimize güzel gelsin. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere.


Yorumlar