Seul Seyahat Rehberi: Part 1
- gozde gulsoy
- 4 gün önce
- 4 dakikada okunur

Size şu anda bu satırları Güney Fransa tatilimden, Provence’te kiraladığımız Airbnb evimizden hafif yağmurlu bir havada elimde sıcacık çayımla yazıyorum. Dolu dolu bir ağustos ayı oluyor, hepsini yazmak için sabırsızlanıyorum, hatta bu senenin özellikle bu ikinci yarısı ile ilgili o kadar çok paylaşmak istediğim şey var ki ama önce Seul.
İlk Seul yazımda bu seyahati nasıl planladığımı yazıp yararlı bilgiler vermiştim, şimdi gelin size gün gün neler yaptık onları anlatıyım.
Şehre vardığımız ilk gün eşyaları otele emanet edip, üzerimizi lobide değiştirip hızlıca kendimizi dışarı attık. Gezeceğimiz ilk mahalle Hongdae. Burası şehirdeki üniversitelerin olduğu genç ruhu yüksek, enerjik bir mahalle. Bolca alışveriş yapabilirsiniz. Biz çok açtık, o yüzden hemen yemek yemeğe geçtik. Shin Mi Kyungs’da ilk dakgalbimizi yedik, muhteşemdi. Önümüzde sıcacık pişirdiler ve nasıl yiyeceğimizi gösterdiler.

Şehrin her yerinde ama özellikle Hongdae’de polaroid çekebileceğiniz bir sürü fotoğrafçı var. İçerisi kullanabileceğiniz bir sürü aksesuarla dolu. Annemle hemen birine girip güzel bir hatıralık çektirdik.



İlk gün bu mahalleyi seçmemizin sebebi tırnaklarımızı yaptıracağımız yerin burda olmasıydı. Seul’deki ilk bakımımız buydu. Ben gelmeden önce 5x5 nail studio’dan randevumu almıştım, gerçekten tırnaklarımız muhteşem oldu. Bu arada 24 saatten fazladır uyumamıştık, annem ara ara tırnaklarını yaptırırken uyuyakaldı.


O kadar çok seçenek vardı ki seçerken gerçekten zorlandık. Bu arada bunlar takma tırnak değil, 1.5 saat boyunca tek tek sanat gibi işledi.

Hızlı başlayan bu ilk günümüzün sonunda, tırnaklarımız yapılmış, ilk mahallemiz keşfedilmiş olarak otelimize döndük. Öğlen çok yediğimiz için çok da aç sayılmazdık, otelimizin altındaki süpermarketten birer ramen aldık ve odamıza yerleştik. Duş alıp yemeklerimizi yedikten sonra bayılarak uyuduk.

İkinci günümüzden devam edelim.
(Şu anda bu satırları Provence evimizin bahçesinden, yanımda türk kahvesiyle, ağustos böcekleri ve rüzgarın sesi eşliğinde yazıyorum, bugün burdaki son günümüz, yazımı bugün bitiremezsem kalan yarısı Cote D’azur evimizin denize nazır minik balkonunda devam edicek)
Bugünkü keşfedilecek mahallemiz, otelimizin de olduğu Myeongdong. Burası bir alışveriş cenneti, özellikle de cilt bakımı konusunda. Hem mantar gibi her yerde bulabileceğiniz Olive Youngların en büyükleri hem de bir sürü başka cilt bakımı ürünleri satan mağazarla dolu sokakları. Ben bu tatilde her gün kaç defa Olive Young’a girdim sayısını unuttum. O kadar güzel ürünler aldım ki. Koreliler gerçekten cilt bakımı olayını 2050lerde yaşıyorlar. Şekerci dükkanına girmiş bir çocuk gibi kendimi kaybettim her seferinde. Ama bence Kore alışverişi sadece cilt bakımıyla sınırlanmamalı, çok güzel giyim mağazaları da var. Ben burdan birkaç şey de kaptım, fiyatları Avrupa standartlarında çok ucuz diyemem amaaaa kaliteleri Avrupa ve Türkiye’yi çok çok aşar. Mesela siz de H&M’e girdiğinizde güzel dizaynlar ama çöp kumaşlar görüyor musunuz? Ben İtalya’daki H&M’e girdiğimde sanki çöplüğe girmiş gibi hissediyorum kendimi, Zara da yavaş yavaş o yolda. Aşırı bir kalitesizlik var. Beni çok şaşırtan şey Seul’deki H&M oldu mesela. Çok fazla dizayn yok, daha temiz kesimler ve naturel renkler ama inanılmaz bir kalite. Ordaki H&M adeta bir COS. Annem de ben de hem Kore markalarından hem de H&M’den attık bir şeyler çantaya. Bu arada Koreliler de benim gibi kısa oldukları için ilk defa aldığım bir pantolonu terzide kısalttırmadan giyebildim, şaşkınım. Kıyafet alışverişinde kendimi durdurma sebebim asıl bütçemi cilt ürünlerine ayırmıştım. Beni durduran da tam olarak bu oldu.
Bu arada bu gün annemim doğum günüydü ve ben öğleden sonrası için ikimize saç bakımı randevusu ayırmıştım. ParkJun BeutyLab’da o meşhur 11 adımdan oluşan saç derisi bakımını yaptırdık, ben sonra bir de gaza geldim saçlarımı kestirip kat yaptırdım. Gönül isterdi ki biraz daha cesaretli olup saçıma Korelilerin o side banginden kestireyim ve boya yaptırayım ama o bir dahaki sefere.

Kuaförde güzelleşmek insanı acıktırıyor:) Çıkışta sadece Kimbab yapan Choongmu Kimbab’a gittik. Ben seviyorum sadece tek bir şey yapan restoranları, o demek oluyor ki bunu cidden iyi yapıyorlar. Kimbab sevdiğim bir Kore yemeği oldu.

Myeongdong’da tüm günümüzü kıyafet deneyerek, cilt bakımı ürünlerini oramıza buramıza sürerek ve Myeongdong Street üzerindeki onlarca sokak satıcısının yemeklerini deneyerek geçirdik. Çok ama çok keyifli bir doğum günü oldu annem için de.






Otele döndüğümüzde yorgun ama mutluyduk. Önce birer türk kahvesi içtik. (Her daim türk kahvesi makinamızı her yere götürürüz biz.) Sonra sırayla uzun uzun duş aldık, hava ciddi nemli ağustos ayında Seul’de, imkanımız olsa günde 3 defa duş alırdık, gözaltılarımıza otelimizin her gün hediye bıraktığı maskeleri koyduk ve fotoğraflarımıza baka baka uyuyakaldık. Seul’de kaldığımız her akşamımız birebir böyle geçti ve bir Seul tatili geleneği de tam olarak böyle oluştu.
Üçüncü günün programı yüzünden biz chatgpt ile şiddetli bir kavga ettik.
Daha doğrusu ben ettim o beni haklı buldu. Ama cidden haklıydım yani. Biz günlük programımızı onla yapmıştık. 4 ağustos bizim tarihi yerleri gezme günümüzdü, o o programı saçma salak yapmış ben de ona güvenip hiç kontrol etmemişim. Önce bir yere gönderiyor, sonra 2 km uzakta başka bir yere, sonra ilk gittiğimiz yere 5 dakika mesafede başka bir yere. Asıl sonra bir mahallede öyle bir hata yaptı ki…Neyse durun sırayla her şeyi anlatıcam ama siz benim programımı uygulucaksanız sakın benim yaptığım sırayla yapmayın, kontrol edin bir:)
İlk durağımız Insadong’du. Burası nasıl desem size, Sultan Ahmet. Tam olarak Sultan Ahmet. Yöresel kıyafetler, yöresel eşyalar satılan upuzun bir sokak. Çok çok yakınında İkseongdong Cafe Street’e geçin inanılmaz güzel, Hanok evlerinden dönüştürülmüş çay evleri ve cafeler var. (Mesela chatgpt bunları arka arkaya koymamış sağolsun, ben de çok şansa keşfettim.) Biz Cheongsudang’a gittik, hem çok fotojenik bir yer hem de matcha lattesiyle tatlıları süperdi, süper!




Burdan ver elini Gyeongbukgung Palace. Öyle şanslı bir saatte gelmişiz ki tam nöbet değişimi seramonisini izleyebildik. Yalnız hava ne kadar sıcaktı size anlatmam mümkün değil ve tüm bunlara rağmen bir çok turist geleneksel Kore elbiselerini giymiş öyle geziyorlardı o sıcakta. Biz baktıkça terledik. Bu arada eğer geleneksel elbiseleri kiralayıp - yakınlarda kiralayan bir çok mağaza var- saraylara öyle giderseniz, giriş bedava.
Burdan sonraki durağımız geleneksel Kore evlerinin hala korunduğu Bukchon Hanok Village.



Şimdi gelelim Chatgpt ile dananın kuyruğunun kopma anına. Bir sonraki durağımız Ihwa Mural Village’di. Fotoğraflarına bakmıştım cidden güzel grafitiler vardı. Bu arada hava felaket sıcak ve nemli, devamlı ya yürüyoruz ya toplu taşıma, sürekli Naver map’ten çözmem gereken bir harita. Yorucu yani. Neeeeyseee mahalleye geldik, kimse yok, bakın tek bir turist bile yok…Onu geçtim GRAFİTİLER YOK. Meğersem mahalle sakinlerinden biri fazla turistlerden isyan edip, bir kısım mahalleliliyi de gaza getirip meşhur grafitileri griye boyatmış. Tüm bunları, google translate aracılığıyla konuşarak anlaştığım orda dükkanı olan yaşlı bir teyzeyle konuşarak öğrendim. Aşırı üzgündü. Tüm Guest Houselar, oteller ve mağazalar, cafeler bomboştu. Insanların tüm yatırımları boşa gitmiş çok üzüldüm. Neyse herkesin derdini sırtımıza alamayız diyip günün son durağına geçtik: Gwangjang Market ve yine yeni yeniden kendimizi sokak lezzetlerinin kollarında bulduk.



Daha size anlatacağım üç günüm daha var. Yazı uzun olmasın hem de devamını merak edin diyerek burda kesiyorum. İkinci yarıda görüşmek üzere.
Comments