Neden Harekete Geçmiyoruz?
- gozde gulsoy
- 18 dakika önce
- 3 dakikada okunur

Dün instagrama kilo verme ve kaslanma yolculuğumla ilgili bazı storyler attım ve kilo vermekle ilgili o kadar çok mesaj aldım, o kadar çok kişiyle oturup sohbet ettim ki, şunu fark ettim: İnsanlar genellikle ilk önce niye aslında kilo veremeyeceklerini anlatıyor. Yaşlarından dolayı, sosyal çevrelerinden dolayı ya da başka sebeplerden… Hep bir mazeret: “Çok isterim ama yapamam.”
İnsanın beyninin konfor alanından çıkması gerçekten zor. Bu yüzden insanlar, bu alanın dışına çıkmamak için “Zaten kilo veremem, zaten başaramam” diyerek daha başlamadan pes ediyor. Çaba göstermemek için kendilerine bahaneler buluyor ve bu bahanelerle içlerini rahatlatıyorlar. “Yaşım kırk oldu, metabolizmam yavaşladı, sosyal hayatım izin vermez, iş yerine kendi yemeğimi götüremem, hafta sonları çok dışarı çıkıyoruz” gibi gerekçeler hep bu yüzden.
Hayatla ilgili en önemli gözlemlerimden biri şu: Bir insan bir şeyi yapmıyorsa, başarmıyorsa, aslında onu gerçekten istemiyordur. Henüz “artık yeter” noktasına gelmemiştir. O noktaya gelmediği için de, beyin onu korumak adına neden harekete geçmediğine dair mantıklı görünen bahaneler üretir ve kişi böylece kendini rahatlatır.
Mükemmel Anı Beklemek:
Bu sadece kilo vermekle ilgili değil. Genel olarak gözlemlediğim bir başka şey de insanların harekete geçmek için hep en mükemmel anı beklemesi. Bu her konuda böyle. Sağlıklı yaşama başlamak için ayın ilk pazartesini beklemek, aynı anda hem spor salonuna yazılmak hem diyetisyene gitmek hem tartı almak… Yani her şeyin kusursuz olduğu o anı bulmaya çalışıyorlar ve başladıklarında da mükemmel bir şekilde başlamak istiyorlar.
Ama hayatın çoğunda bu mümkün değil. O mükemmel koşullar oluşmadığında insanlar başlamamayı tercih ediyor ve yapmak istedikleri şeylerin çoğu öylece kalıyor. Oysa harekete geçmek için %100 mükemmel bir anı beklemeye gerek yok. Yola çıktıktan sonra da, adım adım ilerlerken de mükemmele ulaşılabilir. Hatta genelde en doğru olan da bu.
Mesela “Günde 7 kilometre yürüyeceğim, haftada iki gün ağırlık çalışacağım ve aynı anda kusursuz besleneceğim” demek yerine önce günde 2 kilometre yürümek, sadece spor salonlarını araştırmak ya da küçük bir adımla başlamak yeterli olabilir. Zamanla bu adımlar birleşir ve bir gün farkında olmadan o mükemmel anı zaten yakalarsın. Çoğu şeyde kervan yolda düzülür.
Bu yüzden mükemmel anı beklemek de aslında beynimizin bize oynadığı bir oyun. Konfor alanından çıkmamak için üretilen, kulağa mantıklı gelen ama bizi hareketsiz bırakan bahanelerden sadece biri.
Başaranlara Bahane Bulmak:
Hiç fark ettiniz mi? Birileri insanların çoğunun isteyip ama sahip olamadığı bir şeyi başardığında, Instagram yorumlarında ya da arkadaş ortamında hemen şu cümleler dolaşmaya başlıyor: “Aile parası vardı.” “İmkanları vardı.” “Şanslıydı.” “Zaten yapacak başka bir şeyi yoktu.” “Bizim hayatımızdaki sorumluluklar onda olsaydı bakalım başarabilir miydi?”
Genelde insanlar, bir şeyin nasıl yapıldığına bakmak yerine, başaran kişide aile, para, şans gibi faktörler bulup kendi yapamamalarını bunlarla açıklıyor. Böylece içlerini rahatlatıyorlar.
Bahane üretmek çoğu insana özgü, ama başaranlara kötü niyetle yaklaşmak farklı bir şey. Bu, daha çok “kötü niyetli” insanlarda gördüğüm bir davranış. Mesela yurt dışında okuyan biri için hemen “Babasının parasıyla gitti” deniyor. Ama kimse şunu düşünmüyor: Babasının parası olan pek çok insan o parayı başka türlü harcıyor. Pahalı mekanlarda nargile içiyor, şişe açıyor, arabasını sergiliyor. Yani parası olan herkesin yaptığı seçim aynı değil.
Aynı imkânlara sahip insanlar arasında bile çok büyük farklar var. Biri parayı anlık keyiflere harcarken, diğeri eğitimine ve geleceğine yatırım yapabiliyor. Bu da paranın tek başına belirleyici olmadığını, asıl farkı seçimlerin yarattığını gösteriyor.
Beynimizin Küçük Oyunları:
Beynimiz çoğu zaman bize yol gösteren bir rehberden çok, bizi korumaya çalışan bir mekanizma gibi çalışıyor. Hayal kırıklığına uğramayalım, başarısız olmayalım, üzülmeyelim diye neden harekete geçmediğimize dair bahaneler üretiyor. Bazen de gerçekliği olduğundan farklı gösterip bizi rahatlatıyor. Amacı aslında basit: hayatta kalmamızı sağlamak. Ama bu yüzden de bazen kendi beynimizi sorgulamamız, konfor alanımızdan çıkmaya cesaret etmemiz gerekiyor.
Bir şeyle ilgili akla ilk gelen düşünceler hep “neden yapamayacağımız” üzerineyse, bu genelde beynimizin bizi korumak için oynadığı bir oyundur. İşte o noktada kendimize şu soruyu sormalıyız: “Buna ulaşmak için hangi küçük adımlarla başlayabilirim?” Ve sonra o ilk adımı atmalıyız.
Ben bunu kilo verme, sağlıklı yaşama ya da spor için söylemiyorum; bu konularda bir uzman değilim. Hayatın hiçbir alanında guru değilim. Ama kendi deneyimimden biliyorum ki, gerçekçi hedefler koyup araştırarak, başkalarından öğrenerek ve emek vererek hep bir şekilde ilerleme kaydedebildim.
Bu, “çok başarılı bir insanım” demek değil. Hâlâ eksiklerim var, hâlâ yapamadıklarım var. Ama küçük ya da büyük fark etmez, kendime koyduğum hedeflere sabırlı adımlarla ilerlediğimde çoğuna ulaşabildim. Bunun da tamamen “mükemmel anı beklemeden yola çıkmak” ve “küçük adımları küçümsememek” sayesinde olduğunu düşünüyorum.
Yorumlar